carpe-mortem:

Fısıltıyla “neden sevdiklerimizi zararsız hale getirmeye çalışırız kendimize?” diyor gecenin saat ikisiydi ve bana,

“Pantolon giymiş bir bulut olsaydın ya” diyor.

“Masmavi.”

Bulutlar mavi olmazdı ki. Beyazdır bulutlar. Bazen gri.
Bazen siyah. Ama mavi değil.

“Hayır. Sen mavi bir bulut ol” diyor “Ne kaybederdin?”

Ya da erkek olmasaydın
Ya da ne bileyim işte. Bir lunapark olsaydın.

“Yine sever miydin beni?” diyorum. “Sahipsiz bir mezar olsaydım… Simsiyah duvar olsaydım.”

Deme öyle.
Mezar falan deme öyle.
Bulut ol en iyisi.

“Kocaman bir kız çocuğusun. Büyümemişsin.”

Belki bulutlarımı çalmışlardır? Olamaz mı ya?

“Olabilir. Ben de senin çalınan bulutun muyum?”
Diyorum. “Mavi.”

Evet belki.
Senin de oyuncaklarını kırmamışlar mıydı?
Komşu çocukları veya abin veya ablan veya bir nakliyatçı.
Üstüne basılmamış mıydı mesela bir oyuncak kamyonunun?

“Evet hatırlıyorum. Benim de kırılan oyuncaklarım vardı.”

Daha onlar tamir edilmedi ki?
Daha benim kırılan oyuncaklarım bile tamir edilmedi ki?

“Sevgilim. Büyü artık”

Büyüyemem.
Bulutlarım geri dönecek mi büyüyünce?
Mavi bir bulut ol.
Pantolon giymiş. Bazen de çıplak.
Ama zarar verme bana.
Acıtma canımı hiç.

“Peki ya bulutlar nereye gider?”

Bilmem.
Güzeldir gittikleri yerler. Ormanlara giderler.
Ağaçlar onları görünce sevinirler yapraklarıyla alkış tutarlar.

“Çöllere giderim ya da”

Evet.
Çöllere gidersin ya da.
Seni orda hemen ayirt ederler çünkü…

“Ben maviyim”
Sen mavisin.

Seni işte o zaman kıskanmam.
Kimsenin olamazsın ki o zaman.
Benim de olamazsın tamam ama kimsenin olamazsın tamam mı?

“Peki ya kırılan bir oyuncağını alıp getirsem ve…
Desem ki;
Sevgilim,
Çocukken oyuncaklarını kırdıklarından beri o incecik kollarınla dünyaya karşı savunma halindesin.
Minik yumruklarını sıkıyor, ilk buluşmalara korkarak gidiyor. Çantanda biber gazı, yüreğinde çarpıntı, başında baş ağrısı…
Yeri doldurulamaz bir yalnızlık içindesin.
Ama işte ben tüm oyuncaklarını getirdim sana.
Kırılan tüm oyuncaklarını…
Mavi bir bulut da olurum istersen.
Ne hissederdin?
Geçer miydi sancın?”

Sarılıyor.
Başını göğsüme koyup;

Belki bendim kıran oyuncaklarımı.
Nerden biliyorsun karanlık olanın ben olmadığımı?
Büyümemiş bir çocuk olsam.
Ama kötü bir çocuk.

“Sen kötü olamazsın be çocuk.
Sen oyuncaklarını kırsan
Oturur başlarında ağlardın, kırılmış kolu yerine takmaya çalışırdın”

Ah.
Haklısın.
Haklısın mavi bulut.
Ben kırmıştım oyuncaklarımı.
Anneme babama kızmıştım.
Sonra da oturup ağlamıştım saatlerce.
Bana yenilerini almadılar.
Cezalandırdılar.

Seni kırmaktan bunca korkmam belli bundandır.

“Ben senin oyuncakların mı oluyorum şimdi?”

Haha.
Saçmalama basite indirgeme.
Ama evet. Galiba.

Sen benim tüm kırdıklarımsın.
Üzerine bastıgım kurbağa,
Radyoda kaçırdığım şarkı.
Susuzluktan kuruyan menekşemsin.
Sen benim tüm yitirdiklerimsin.
Tüm incittiklerimsin.
Tüm kaybettiklerimsin.

Eğer beni seversen, kendimi affedeceğim.
Çünkü beni seviyorsan, demek ki,
Iyi bir insan olabiliyorum.
Kefaretimsin
Kefaletimsin.
Ah bu da benim püriten ahlakım. Işte ne yaparsın.

Sevgilim;
Sen dememiş miydin af bekliyor tüm insanlar işte bütün bu sokakları dolduranlar camileri havralari sinagogları kiliseleri…
Herkes affedilmek için sevgi dilenmiyor mu?
Bak işte bunlara dememiş miydin?
Beni de sen seversen,
Oysa; bana zarar vermeden, mavi bir bulut gibi.

O zaman,
Affedebileceğim kendimi.
Belki güzelim,
Belki iyi birisiyim.
Carpe seviyor çünkü beni.

Bir hataydı, geçti gitti.
Artık mutlu olmak istiyorum.

Demeyecek miyim?

Carpe
İstanbul